Hikayemiz
1876 yılında II. Abdülhamid 1. Birinci Meşrutiyet’i
ilanın hemen öncesine dayanır. O yıllarda otuzlu yaşlarının ortalarında
bulunan büyük büyük dedemiz Rahmetli Hesapçızade Ali Fiyat Paşa (6
Kasım 1842 İstanbul - 1936 Paris) Babıali Hukuk Müşavirliği,
Ticaret ve Nafia Nazırlığı, gibi yüksek düzeyde görevlerde bulunmuş
araştırmacı, ilim, irfan ve ticaret adamıymış . Esasen kendisi Ricâl-i
devletten olsa da kökleri beynelmilel Bulkadiroğlu Beyliği’ne kadar
dayanmakta olsa da rahmetli konu hakkında lakırdı olmasını pek
sevmezmiş.
1876’da da Abdülaziz'in padişahlığının son dönemlerinde çıkan
ayaklanmalar ve isyanlar iktisadi durumu her geçen gün daha da kötü
yönde etkililer dururmuş, bizim iki deden biri olan Mehmet Hoyrat Paşa
, “Paranızı hala sayabiliyorsanız, gerçekten zengin değilsiniz
demektir. Oluruna bırakırım, olmadı bırakırım” felsefesi ile tarlayı,
evi ve ne varsa kumarda kaybetmiş ardından söylenenlere göre Yunan’a
topuklamış.
Tahmin edebileceğiniz gibi bizim Ali Fiyat Paşa arkada anası,
babası, karısı ile tabiri caiz ise dımdızlak kala kalmış.
Geceler, günler geçmez bilmezmiş, bizimkisi düşünmüş durmuş
ne yapsak ne etsek diye malum devlet-i aliyye’de borduralı çalışan.
Afakanlar bastığı bir gün karşı köşke dalıp dururken kapısına dikkat
ısırıcı kurt köpeği vardır yazdıran bu adamdan benim neyim eksik deyip
halet-i ruhiyesi fena halde değişmiş. Evin içinde “ich werde
unternehmungslustig sein“ diye bağırıp durmaya başlamış ,
Anlayacağınız üstün alman ekolünden etkilenen bizim dede aileyi
memuriyet hayatından çıkararak ve saik bir müteşebbis olmaya karar
vermiş.
Bizim fişek delikanlı Ali Paşa’yı kimse tutmaz olmuş kafaya koymuş bir
kere
gördüğü her fırsatı maddi kazanca dönüştürmeyi; nerden olay var bizim
ki orada bitermiş anlayacağınız azıcık oportünistmiş bizim rahmetli.
Kısa zaman içinde bahriyeli bir arkadaşının teşviki ile bir şekerci
dükkanı açmış. Lakin mezkûr tip, halet-i ruhiyesi itibariyle müspet bir
vaziyet takındığını düşünse de, kimi zümrelerce tenezzüle pek lâyık
görülmemiş bir süre diğer meslektaşlarıyla dükkan önünde oturarak
etrafa bakmış, olmadı dükkanın önünü sulamış, karayoluna paspas filan
atmış, sonuç menfi lakin müspet, aradığını bulamamış yani…
Baktı ki olacak gibi değil almış eline güğümü mahalle mahalle, dükkan
dükkan İstanbul’u arşınlayarak şerbet satmaya. Tam durumları düzelttik
derken bizim dede dünyaya gelmiş, malum kıyafetler, zıbınlar, büyük
ninenin ihtiyaçları, oyuncaklar oturaklar derken; bizimki cebindeki
parayı kuruşu kuruşuna hesap eder olmuş. Gerçi o zamanlar bebek bezi,
ıslak mendil, göğüs pompası, park yatak, araba koltuğu, telsiz gibi
teknolojik ürünler yokmuş ama olsa siz düşünün bir de halini.
Bizim Ali Paşa mahalle mahalle gezerken tüm esnafa gördüğü
her ürünü detay detay fiyat sorup kayıt etmeye başlamış.
Malum devir kötü en ucuzu almak için arayıp bulmak lazım. O zaman
anlamış “Hayattaki
asıl önemli şey istediğini almak değil, ihtiyacını en uygun fiyata
alabilmektir.” .
Lakinbu durum esnaf arkadaşları tarafından pek iyi karşılanmamış. Çünkü
Ali Paşa sadece fiyat sormuyor türlü türlü pazarlık yaparak fiyatı o
mudur bu mudur diye zorlayarak esnafıda yıldırımış . Akabinde esnaf
arasında ve kahvede Hasis, Varyemez Ali , Pinti Ali gibi
lakırtıların ve lakabların çıkmasına nedende olsa taallukatları
tarafından hayretle izlenir olmuş.
Lakin herşeyi ucuza getirdiğiden nerdeyse 2-3 katı para kazananlar gibi
yaşamaya başlamışlar. Bir süre sonra bizim Ali Dede’nin kapısı susmaz
olmuş malum o zaman cep telefonu filan yok; gelen onun fiyatı nerede
ucuz, bunu nereden alırım, en ucuz kumaş nerede diye sorar olmuş.
Anlayacağınız bizimkisi bir hayli ünlenmiş hatta bölge eşrefi adını
Hesapçızade’ye çıkarmış.
Rahmetli ünlenmiş ama cebine giren çıkan yok, kara kara düşünürken bir
gün Assaf adında bir tüccar çıka gelmiş; gönderdiğin iş başına sana
ödeme yapacağım demiş. Bizim ki tabi gururlu hemen öle kabul etmemiş
şart koşmuş. Kabul ederim amma sen en ucuza satarsan ben söylerim,
kimseye sıdkın zıddını söylemem demiş. Gördüğünüz gibi bizimki
prensipli halk dostu azıcıkta.
Velhasıl akabinde durumu diğer tüccarlar arasında duyulmuş, bizim dede
rahmetli Hesapçızade Ali Paşa bölgedeki tüm tüccarlar ile çalışır
olmuş. Hayalinde dükkanın köşesinde oturan, şöyle, sevgisini çayla
ifade eden, bıyıklı, içine sigara ve çakmak koyarak şişirdiği
gömleğinin cebine tükenmez kalem takan, cuma namazına giden, gitmeyeni
götüren bir insan olmak varken köşe bucak, arşın arşın
dolaşan en ucuzu arayan pazarlık yapan hem halka, hem esnafa,
hem de kendi cebine çalışan biri olmuş. Hatırı sayıda para
kazanan rahmetli 1930’larda Fransa’da ekonomi krizi fırsat görüp aynı
zamanda yeni açılan Paris School of Economics’de seminer vermeye
Fransaya gider. 1936’da nasıl olduğu şüpheli bir şekilde hakkı
rahmetine kavuşmuştur.
Şimdi gelelim bizim
zamanımıza…
Artık günümüz dükkan yerine e-ticaret sitelerinin yer aldığı,
pazarlığın whatsapp’dan yapıldığı, kampanyaların snapchat’en duyurulduğu
ve eşinden akrabasından çok tablet ve bilgisayarı gören insanların
yaşadığı bir toplum. Lakin büyük büyük dedemiz Hesapçızade Ali Fiyat
Paşa’nın torunları olarak bizler biliriz ki parada vefa olsa elden ele
dolaşmaz. Para yiyecek alır ama; iştah alamaz. Para yatak alır ama;
uyku alamaz. Para bir ev alabilir ama; yuva alamaz. Para lüks şeyler
alabilir ama; kültür alamaz. Para eğlence alır ama; mutluluk
alamaz.
Bu yüzden bizler o günden bu güne dedemizden bir tek mecidiye
kalmamasına rağmen onun “Hayattaki asıl önemli şey istediğini almak
değil, ihtiyacını en uygun fiyata alabilmektir” felsefini devam
ettirerek Bumudur.com’u kurduk.
Hayırlı işler, siftah ve bereketiniz bol olsun, elinizde her zaman en
hesaplısı olsun !
Bumudur.com